5 Ocak 2012

BİYOGRAFİ



Merve Özbek 24 Kasım 1983’te İstanbul’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladıktan sonra Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Biyoloji bölümünü bitirdi. Bir süre kendi mesleğini yaptıktan sonra İzmir’e yerleşti. Üniversitenin ilk yıllarında uğraşmaya başladığı fotoğraf, kısa süre içinde hayatının bir parçası haline geldi…

..........................


Kimi kandırıyoruz ki, "ben" yazıyorum bu hayat öyküsünü. Sırf adına “biyografi” dedik diye, başkasının ağzından kendimi anlatamam ki. Edebi unsurları bir yana koyuyor ve baştan alıyorum. Ciddiyetsiz bir insan imajı çizmek istemem, sadece bir yazarın beni anlatmasına yetecek kadar uzun bir yol yürümedim henüz. (Hem böylesi daha bir “bana göre”.) 

Şimdi müsaadenizle;

1983 yılının 24 Kasımında İstanbul’da açtım gözlerimi dünyaya. Bundandır ki, sonbaharı ve İstanbul’u hiçbir şeye değişmem. Doktor, nefes almam için çok şiddetli vurmuş olacak ki, yaklaşık 2 yıl, beslenmek ve uyumak dışında kalan zamanlarda sürekli ağladım. Güldüğüm fotoğrafım yoktur mesela, ya çok şaşkınımdır ya da gözlerim yaşlıdır. Sonra yorucu olduğunu fark etmiş olmalıyım ki, susup insanları dinlemeye başladım. Dillerini öğrendim, konuştum, isteklerimi anlattım… Bundan sonraki süreç malum; 

Boyama - karalama, karalama - çizme, okuma - yazma, yazma - test çözme, vize - final, okul uzatma - mezun olma…

Öğrenim sürecimi bu şekilde tamamladıktan sonra Biyolog oldum. Doğayı ve canlıları küçüklüğümden beri çok sevdiğim için girdiğim bu bölümden, ite kaka mezun olmam tamamen “eğitim sistemi ve hayatın zorlayıcılığı” ile alakalıdır. Belki de bana öyle geliyordur, bilmiyorum… Ama konumuz bu değil. Zihnimi bir sürü gereksiz böcek ismiyle doldurdum, vücudumda kaç tane kemik varsa oturdum latincelerini ezberledim mesela. Kurbağa avına çıktım, solucan kestim, dağda bayırda kuş gözetlemeye gittim. Sonrasında iş aradım hastanede, laboratuvarda...

Yaklaşık yedi yıl önce, en yakın arkadaşımın bana doğru uzattığı Zenith marka fotoğraf makinesine, siyah-beyaz filmi takmaya çalışırken hatırlıyorum kendimi, sonra onun objektifine gülümserken... Finaller, uzayan okul, bitmeyen dersler, gidenler, kalanlar, meslek sahibi olup başka bir şehre yerleşmeler, iş arayarak geçen sıkıntılı zamanlar...

Üniversitenin ilk yıllarında ilgilenmeye başladığım fotoğraf, tüm bu zorlukları atlatmamda bana müthiş yardımcı oldu. Zihnimi, ruhumu, hayatımı aydınlattı. Öyle içindeydi ki hayatımın, bitirme tezimi bile “doğa fotoğrafçılığı” ile ilgili yazdım. Üniversitedeki son yılım, arazi çalışmaları, kuş, çiçek, böcek fotoğrafları ve dijital düzenlemeler ile geçti. Portreler, manzaralar çektim… O zamandan bu zamana, hayatımda değişmeyen tek unsuru “fotoğraf” oldu hep; hiç bıkmadan, istikrarla ve büyük bir tutkuyla yapabildiğim tek şey… Fotoğrafçılık sürecimi, İlk altı yıl için “Bir bavul fotoğraf baskısı, bir dolu makara, emektar analog”, son bir yıl için ise “ Dijitalin sınırsızlığına geçiş, hafıza kartları, photoshop” satırlarıyla özetlemem mümkün. (Gayet kafiyeli oldu hem…)

Okumak için ayrıldığım güzel memleketime veda bile edemeden İzmir’e yerleştim sonra ben. Harika dostluklar kurdum burada. Havasına, suyuna, insanlarına alıştım, alıştıkça bağlandım, unuttum İstanbul’u. Bir yandan da iş aradım tabii, uzunca bir süre… Yine zor, sıkıntılı bir süreçten geçtim. “Neden olmuyor, neden başaramıyorum, neden işsizim ben” diye isyan ederek geçen günlerimi fotoğraf çekerek doldurmaya çalıştım hep. Bir Ağustos akşamı, evlenecek olan iki arkadaşımın düğün fotoğrafları mevzusu konuşuluyordu yemek masasında. Nasıl olduysa oldu, bilmiyorum; cesaret midir, kendine güven midir? Eğer isterlerse albümlerini hazırlayabileceğimi söyledim. Onlar da hemen kabul ettiler. Bir hafta sonra, ilk düğün albümümü gelinciğimin ellerine uzatıyordum. Sonuç mükemmel oldu, çok beğenildi ve çevremdeki herkes bu işi yapmam için beni yüreklendirmeye başladı. Düğünden bir ay kadar sonra evlenecek olan iki arkadaşımın daha fotoğraflarını çektim. Yine çok beğenildi ve ben artık ciddi ciddi bu işi yapabileceğimi düşünmeye başladım. İkinci düğünden yine bir ay sonra, elimde kitaplarla eve girerken, yeniden öğrenci olmanın beni nasıl bu kadar mutlu edebildiğine şaşırıyordum... Ben şimdi, 27 yaşını taze bitirmiş bir fotoğrafçılık öğrencisiyim. Bir sürü fotoğrafım var sevdiğim. Üstelik sevdiği işi yaparak para kazanan şanslı azınlığa dahilim. Peki, ben daha ne isterim? İnsanların özel anlarını karelere hapsederek, o gün yaşadıkları mutluluğu, çektiğim fotoğraflara her baktıklarında yeniden yaşatmak isterim. Bir de güzel fotoğraflara sahip oldukları için gururlanmalarını…

Son olarak değinmek istediğim bir mevzu daha var; “ne kadar önce fotoğrafa başlamışsa o kadar profesyoneldir” ya da “şu kadar eğitimi var, ekipmanı çok sağlam o yüzden çok profesyonel” gibi düşüncelere sahip olmamakla birlikte, fotoğrafçılığın profesyonellikle ilgisinin “para kazanmak” ile sınırlı olduğunu düşünmekteyim. Bana göre iyi fotoğraflar elde edebilmek için, fotoğraf tekniğini bilmek dışında ilk şart; “görmek” yani herkesin gördüğünün ötesini görebilmektir. Bunu “yaratıcılık” olarak da tanımlayabiliriz. Yaratıcılık; okumak, izlemek, dinlemek, tatmak, gezmek ve iletişim kurmak gibi eylemlerle artar. Dolayısıyla ben “bu eylemleri gerçekleştirdiği süre boyunca kendini geliştirmeye devam edecek olan, bakış açısına ve görsel estetiğe önem veren, daima amatör kalacak bir fotoğrafçıyım” diyebilirim…

 
Bir sonraki yıllarda güncellemek zorunda kalacağım, biyografi ile uzaktan yakından alakası olmayan, otobiyografiden hallice bu yazıyı bitirirken kendimi sizlere tanıtabildiğimi umuyorum.

Özel günlerin, mutlu hikayelerini yazmak için görüşmek üzere…

Işık ve sevgiyle…





Fotoğraf: Melek Ceren Çakır

2 yorum:

s.murat.g dedi ki...

Bu otobiyografiyi ileride yenilemekten bahsetmişsin. Blog'da paylaştıkların zaten bunun devamı olacak. Dokunma, çok güzel olmuş böyle..

ZEA by Merve Özbek dedi ki...

tamamdır, çok teşekkürler :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...